Corona Virüsünün (Covid-19 Pandemisinin) Ticari Sözleşmeler Üzerindeki Etkilerine Dair Değerlendirmeler

Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve dünyayı küresel olarak etkisi altına alan Covid-19 virüsünün Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemik bir hastalık olarak ilan edilmesiyle devam eden süreçte yaşamımızın her alanını etkilediği ve tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ticari hayata birtakım etkilerinin olduğu aşikardır.

Covid-19 salgınının ticari hayata etkileri bulaşın azalmasına yönelik izole yaşam şeklinin sürdürülmesi nedeniyle her geçen gün daha fazla hissedildiğinden, bu durum ticari hayat içerisinde yer alan aktörleri de doğal olarak salgına karşı önlemler almaya itmektedir. Ticari faaliyetin konusunu teşkil eden ilişkiler büyük bir ekseriyetle yazılı sözleşmeler üzerine kurulduğundan, salgına karşı bir önlem alınması gündeme geldiğinde bu önlemler kendini akdedilen ticari sözleşmeler üzerinde göstermektedir. Zira ticari bir sözleşme aslında en basit haliyle; tarafların kurmak ve sürdürmek istediği işle ilgili faaliyetlerini yaparken hangi haklara sahip olacaklarını hangi yükümlükleri yükleneceklerini kararlaştırdıkları bağlayıcı bir metinden ibarettir.

Covid-19 salgını nedeniyle bir önlem alınması gündeme geldiğinde bu önlemler kendilerini taraflar arasında akdedilen ticari sözleşmeler üzerinden gösterdiğine göre tam da burada sözleşme hukukuna egemen olan ilkelerden kısacada bahsetmekte fayda göstermekteyiz. Sözleşme hukukuna en temel şekliyle egemen olan ilkeler sözleşme serbestisi, irade özgürlüğü ve ahde vefa yani sözleşmeye bağlılık ilkeleridir.

Sözleşme serbestisi ilkesi kısaca tarafların mevzuatta öngörülen sözleşme türlerine bağlı kalmaksızın emredici hukuk kurallarına aykırı olmaması kaydıyla diledikleri türde diledikleri şekilde sözleşme akdedebilmesini ifade eder. İrade özgürlüğü ilkesi, tarafların hiçbir baskı altında olmaksızın özgür iradeleriyle ancak tabi ki emredici hukuk kurallarına aykırı olmaması şartıyla akdedecekleri sözleşmelerin şartlarını diledikleri gibi belirleyebilme özgürlüğünü ifade etmektedir. Ahde vefa ilkesi ise, tarafların akdettiklerini sözleşmelere bağlı olmasını yani akdettikleri sözleşmenin şartlarına bağlı kalıp anlaşmaya devam etmeleri gerektiğini ifade eder.

Bahsetmiş oluğumuz üç ilke ticari hayatta aslında kısaca, aktörlerin emredici hukuk kurallarına uygun olması kaydıyla; tamamen serbest iradeleriyle ve diledikleri şekilde akdetmiş oldukları sözleşmeye bağlı kalarak, gerçekleştirmeyi amaçladıkları ticaretin hukuk çerçevesinde sağlıklı bir şekilde sonuçlanması amacına hizmet eder.

Tarafların serbest iradeleriyle sözleşmede kararlaştırdıkları şartlar çerçevesinde ticaretlerini yapabilmeleri için de öncelikli olarak yukarıda bahsetmiş olduğumuz ahde vefa ilkesi gereği en basit tabirle verdikleri sözde durmaları gerekmektedir. Hukuk sistemi de esasen özetle şu projeksiyon üzerine kurulmuştur; tacirler serbest piyasa ekonomisinde ticaret yapabilmek için mümkün olan en özgür şekilde hareket olanağını hukuk sistemi içerisinde bulmalılar ve bu kadar geniş bir özgürlüğe sahipken de ticaret yapabilmeleri için verdikleri sözü tutmalılardır. Nitekim basiretli ve dürüst bir tacirden beklenen de budur.

Ahde vefa ilkesi yani tarafların kendi özgür iradeleriyle akdettiği sözleşmeye bağlı kalınması gerektiğini ifade eden ilke de burada karşımıza çıkmaktadır. Tarafların ticaret yapabilmek için kararlaştırdıkları şartlara bağlı kalarak sözlerini tutmaları gerektiği ve keyfi bir şekilde sözleşmedeki diğer tarafa bir mağduriyet yaşatmamasının ticaret yapmaktan da öte adaletin sağlanabilmesi için gerektiği çok açıktır. Ancak taraflar akdettikleri bir sözleşmeye ne yaşanırsa yaşansın, her durum ve şartta örneğin dünyayı etkisi altına alan bir salgın meydana gelmesi durumunda dahi bağlı kalmalı mıdır?

Bu soruya cevap verebilmek için de tespiti gereken husus aslında ahde vefa ilkesine yani tarafların sözleşmeye bağlı kalmaları gerektiğini düzenleyen ilkeye hukuk sistemi tarafından bir istisna getirip getirilmediğidir. Ahde vefa yani tarafların akdettikleri sözleşmeye bağlı kalmaları gerektiğini belirten ilkenin bir istisnası olmasaydı, sözleşme akdeden tarafların ne yaşanırsa yaşansın, her durum ve şartta sözleşmeye bağlı kalmaları gerekecekti. Bu durumda da dünyayı etkisi altına alan bir salgın durumunda yahut büyük bir deprem, savaş durumunda dahi ne yaşanırsa yaşansın taraflardan sözleşmeye devam etmeleri ve yükümlülüklerini yerine getirmeleri beklenecekti.

Ancak bu halde yani ahde vefa ilkesinin bir istinası bulunmadığı ihtimalinde her şeyden önce ortada adil olmayan bir durum mevcut olacaktı. O halde ahde vefa ilkesinin de yani tarafların sözleşmeye bağlı kalması ilkesinin de hukuk düzeni içerisinde bir istinası ve salgın, deprem, yangın gibi doğal afetlerde insanların tedbir alabilmelerini sağlayan bir düzenleme olmalıydı.

İşte bu sorunun cevabı arandığında ilk olarak karşımıza mücbir sebep kavramı çıkmaktadır. Mücbir sebep kavramı ise mevzuatımızda herhangi bir şekilde tanımlanmamış olup öğretide ise; bir ticari ilişkide tarafların üstlendikleri edimlerin ifasının tarafların iradeleri dışında, objektif bir biçimde öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan sebeplerle imkânsız hale gelmesine neden olan deprem, sel, yangın, salgın hastalık, vefat vb. olaylar olarak tanımlanmaktadır. Covid-19 salgını nedeniyle akıllara ilk olarak mücbir sebep kavramının gelmesinin nedeni de bundandır; tarafların iradeleri dışında öngörülemez ve karşı konulamaz bir durumun meydana gelmesi.

Mücbir sebep kavramının ortaya çıkmasındaki temel düşünceyi ise dürüstlük kuralı oluşturmaktadır. Çünkü bir ticari ilişkide bir tarafın üstlendiği edimin ifası yani yükümlülüğün yerine getirilmesi iradesi dışında, objektif bir şekilde öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan bir sebeple imkansız hale gelmişse bu tarafın akdetmiş olduğu sözleşmeye devam etmesi dürüst kuralının gereği olarak beklenemeyecektir.

Peki o halde bir mücbir sebebin meydana gelmesi örneğin dünyayı etkisi altına alan Covid -19 salgının ortaya çıkması tek başına ticari bir sözleşmenin hiçbir cezai şart ödemeksizin (tabi ki sözleşmede kararlaştırılmışsa) yahut herhangi bir edimde bulunmaksızın feshine yahut uyarlanmasına hak verecek midir? Mücbir sebep kavramı hukuk düzeni tarafından dürüstlük kuralı gereği tanınan bir hak olduğu için bu hak da hukuk düzeni tarafından çizilen sınırlar çerçevesinde hukuka uygun olarak kullanılmalıdır. O halde mücbir sebep nedeniyle yani Covid-19 salgını nedeniyle bir sözleşmenin feshedilebilmesi için gereken şartları yazımızın konusu olan ticari sözleşmeler özelinde incelememiz gerekecektir.

Hukuk düzeni tarafından ahde vefa ilkesine istisna olarak getirilen mücbir sebep nedeniyle ticari sözleşmelerin haklı olarak feshedilebilmesi için temel olarak üç şart bulunmaktadır; tarafların iradeleri dışında, objektif olarak öngörülemeyen ve öngörülmesi de beklenemeyecek bir olayın olması, bu olayın ifayı imkansız hale getirerek sözleşmenin devamını çekilemez hale getirmesi ve tarafların bu hakkı kullanırken dürüst olmasıdır.

Covid-19 salgını nedeniyle tarafların iradeleri dışında, objektif olarak öngörülemeyen ve öngörülmesi de mümkün olmayan bir sebebin meydana geldiği tartışmasızdır. Zira hiçbir tacirden çok nadir olarak ortaya çıkan ve dünyayı etkisi altına alan bir salgını öngörmesi ve bu duruma önlem alması beklenemez.

Ancak bu şartın gerçekleşmesi yani ortada bir salgın olması tek başına sözleşmeyi haklı olarak fesih hakkı yahut uyarlama hakkı tabi ki vermemektedir. Meydana gelen mücbir sebebin yani salgının sözleşmeden doğan yükümlülüklerin ifasını imkansız hale getirmesi, sözleşmeyi devam edilmeyecek kılması yahut işlem temelinin çökmesine neden olması gerekmektedir. Aksi takdirde bu durum, yalnızca salgın nedeniyle, salgının akdedilen sözleşmeye bir etkisinin olup olmadığı değerlendirilmeksizin ticari hayattaki tüm sözleşmelerin feshedilebilmesine ve bu durum da ekonomik hayatın mahvına neden olacaktır. Salgının akdedilen sözleşmeye etkisi değerlendirilmeksizin yalnızca salgının meydana gelmesi nedeniyle sözleşmenin feshedilmesi dürüstlük kuralına da uygun değildir. Zira mücbir sebep kavramının ortaya çıkmasındaki temel düşünce dürüstlük kuralıdır. Hukuk düzeni, bir mücbir sebep meydana geldiğinde bu mücbir sebebin sözleşmede yer alan yükümlülüklerin ifasını çok önemli ölçüde zorlaştırıyorsa yahut imkansız hale getiriyorsa bu hakkın kullanılmasına müsaade etmektedir. Kaldı ki adil olan da budur.

Ancak ne yazık ki ticari hayat içerisinde yer alan bazı aktörler tarafından mücbir sebep kurumu; mücbir sebep kurumunun gerektirdiği şartlar göz önünde bulundurulmaksızın, Covid-19 salgını adeta bir fırsatmış gibi değerlendirilerek ticari sözleşmelerin feshine çare olarak görülebilmektedir. Halbuki; Covid-19 salgını nedeniyle sözleşmenin mücbir sebep gerekçe gösterilerek haklı nedenle feshi yahut uyarlanması hususu her bir şirket, şirketin içinde bulunduğu sektör ve sözleşme bazında; salgının bu sözleşme dolayısıyla ticaret üzerindeki etkisi mücbir sebep kurumunun gerektirdiği şartlar çerçevesinde ticari ve hukuki olarak değerlendirmeye tabi tutulmalı ve sonrasında sonuca varılmalıdır. Aksi durum, ticari sözleşmelerin büyük bir çoğunluğunda cezai şart maddeleri yer aldığından sözleşmede yer alan tarafların her ikisi bakımından da hak kayıplarına yol açabilmektedir.

Son olarak şu hususa da değinmekte fayda görmekteyiz. Ticari sözleşmelerin çoğunda mücbir sebep maddesi mevcut ancak mücbir sebep maddesinin mevcut olmadığı sözleşmeler yahut mücbir sebeple fesih hakkının tamamen kaldırıldığı sözleşmelerde de bu hak kullanılabilecek midir? Öncelikle belirtmek gerekir ki, bir ticari sözleşmede mücbir sebep maddesinin olmaması tarafların bu hakkı kullanmasına engel teşkil etmemektedir. Yani bir ticari sözleşmede mücbir sebep maddesi yer almasa yahut taraflarca mücbir sebep hakkının kullanılmasının tamamen yasalanması halinde dahi taraflar mücbir sebep nedeniyle hukuk düzeni çerçevesinde sahip olduğu hakları kullanabilecektir. Ancak tacirlerle ilgili mücbir sebep nedeniyle fesih hakkının sınırlandırılmasına, sınırlı sayıda kararlaştırılabilmesine ilişkin sözleşme maddeleri Yargıtay’ ın istikrarlı olmasa da birtakım kararlarında basiretli tacir gibi davranma yükümlülüğünün gereği olarak geçerli kabul edilebilmektedir. Burada en önemli husus; ticari bir sözleşmede yer alan mücbir sebep maddesinin dürüstlük kuralına aykırı bir şekilde suistimal edilmesine engel olabilmek için, mücbir sebep halinin düzenlendiği madde metninin mücbir sebep nedeniyle fesih hallerinin hukuk kuralları çerçevesinde sınırlandırılarak düzenlenmesi suretiyle riskin minimize edilmesidir.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir